29 Ağustos 2012 Çarşamba

Tanrıların Kutsal Taşları


Geçmiş uygarlıklarından günümüze çeşitli toplumlar bazı taşların ilahi anlamlar taşıdıklarına inanarak onları kutsal saymışlardır. Kimi zaman bu kutsal taşların göklerden, cennetlerden bu dünyanın dışından geldiğine inanılmış, kimi zamansa bu taşlar dünyanın merkezi sayılmış, tanrılar uğruna yere şarap veya yağ dökülmesi gibi (libation) benzer ritüellerin ana malzemesi olmuştur.

Bu taşların büyük bir çoğunluğunun meteor kökenli oldukları varsayılmaktadır. Bu yüzden, bulunan bazı taşların gerek renk gerekse parlaklık ve pürüzsüz yapıları ile diğer taşlardan farklı oluşları onların bu dünyaya ait olmayıp tanrılardan gönderilmiş taşlar olduğu inancını beraberinde getirmiştir.

“Taşlar" eskitaş devrinden beri değişik inançlarda kutsallıkla, büyüyle ve tanrısallıkla birlikte düşünülmüştür. Sağlamlığı ve dayanıklılığıyla, gerektiğinde bir silah olarak yaşayanları gerektiğinde ise bir mezar olarak ölülerin ruhlarını koruyucu gücü ile ideal bir dinsel sembol olmuştur.

Çeşitli uygarlıklarca kutsal saylan özel taşlar:


-Tanrının Türklere armağanı kutsal Yada taşı

Gök Tanrı Türk Budunu yarattığında onlara kutsal bir taş verdi. Pek çok adı olmakla birlikte çoğunlukla Yada Taşı olarak bilinen bu kutsal taş ile Türklerin atasına yağmur, kar, dolu yağdırma, fırtınalar estirme gücü armağan etmiştir.

Mitolojik özelliği bir yana, pek çok destanda, yabancı ülkelerin ve tarihe not düşenlerin kayıtlarında yer almış, Türklerin kurduğu ülkelerin, egemenliklerinin altında yatan güç olduğuna inanılmıştır. Hanların, Kamların, Komutanların sürekli elinde olan bu taş yitirildiğinde Türk eli felaketlerle karşı karşıya kalmış, istilalar, yenilgiler, kuraklıklar, kıtlıklar yaşamıştır.

Türk soyunun Nuh Peygamberin oğlu Yafes'e dayandığına inanılan İslam düşüncesine göre ise, kendisine Türkistan verilen Yafes bu kurak ülkede ne yapacağını sorduğunda babası üzerinde ism-i azam yazılı Yada Taşını verir ve bu taşla yağmur yağdırmasını söyler.

Yada Taşını kullananlara Yatçı veya Yadacı, bu taşla herhangi bir şey yapmaya da Yatlamak veya Kamlamak denir. Kamlamak daha çok Yada Taşının Kamlar tarafından kullanılmasına denir.

Türklerin inancına göre Ya da Taşı canlı bir varlık idi, kendine ait soğukluğu, sesi, şekli ve yaşamı vardı. Yaşamın sonunda ölür, farklı biçimlere girer, gücü tükenir sonra geri getirilirdi. Genelde yumruk büyüklüğünde ve koyu renkli olur, üzerinde damar çizgileri görülürdü.

Altay Türkleri, Yada Taşını kuru ve sıcak yerlerde saklarlar. Kullanacaklarında taşı buradan alır, işi bitince de yerine korlar. Yazın çok sıcak olduğunda, bunalan atlarını serinletmek için Yada Taşını, atların yelelerine asarlar. Kullanmadan önce soğuk suyun içine koyup su içinde birkaç gün bırakırlar. Ölen taşları diriltmek için hayvan ciğerlerine sararlar.

Kaşgarlı Mahmud, Kaş adı da verildiğini belirttiği Ya da Taşı ile ilgili olarak; ''Kimin yanında Kaş bulunursa ona yıldırım dokunmaz denilir. Kaş, içinde hiçbir leke bulunmayan, saf ve ak bir taştır. Yüzüklere konulur. Böyle bir yüzüğü olan kimseye yıldırım dokunmaz. Çünkü, Kaş'ın yaratılışı böyledir. Kaş, bir beze sarılıp da ateşe atılacak olursa ne sarıldığı bez, ne de kaş yanar. Bu, çok sınanmıştır. Susayan kimseler, bir Kaş'ı ağızlarına alacak olurlarsa susuzlukları geçer'' demektedir.


-Mısırlıların Kutsal Ben-Ben Taşı:

Benben göklerden gelen ve bu dünyaya ait olmayan tanrısal bir taştır , yani meteor taşı. Aynı zamanda Bennu kuşunun yeryüzüne düşen parçalarıdır. Demir içeren bu taş bazı yazarlar tarafından yıldız tapınımıyla ilişkilendirilsede bu henüz varsayım düzeyindedir. taşın orjinali piramit çağının çok öncesinde kaybolmuştur.Heliopolis rahipleri orjinal taşın yerine bir benzerini yaparak Heliopolis sütununa yerleştirmişlerdir. Bu taş mısırda bir çok yapı ve piramitlerde kullanılmıştır. Tüm piramitlerin tepesinde bulunan bu yeniden doğuşu simgeleyen taşın ölümsüzlüğü simgelemesi raslantı değildir.

Meteroidlerin genellikle iki tür yapısının olduğu bilinir, Benben büyük olasılıkla demir içeren bir meteroid olup Mısır dilindeki karşılığı bja sözcüğü demir anlamında Benbene atıfta bulunmak için kullanılır. Aynı zamanda tanrıların kemikleri olarak betimlenir.

Bazı kaynaklar, Heliopolis ekolündeki kutsal taş olan benbenin Mısır’da evren doğum ritüellerinde ilk ortaya çıkan kaya parçası olduğu gerekçesiyle, simgesel nitelikli “ilk tepecik” düşünüsüne dikkat çekmektedir. Bu anlatımlarda, Aton’un bu tepe üzerindeki ilk erkek ve kadını yarattığından söz edilir. Güneş ışıklarının üzerine vurduğu bu tepe, aynı zamanda simgesel anlatımlarda efsanesel bir kuş olan Phoneix ya da Anka Kuşu’nun yuva yaptığı ve dinlendiği yer olarak tasarımlanmıştır.

Bütün bu ayrıntılarda ortaya çıkan kritik noktalar ; bennu kuşunun ölüp küllerinden doğması , Osiris ve oğlu Horusla ilişkilendirilmesi , yeniden doğumu gerçekleşen kuşun gökyüzünde venüsle özdeşleştirilmesi , bennu kuşunun parçalarının benben ile özdeşleştirilmesi , Benbenin tanrıların kemikleri olarak nitelendirilmesi İsis – Osiris mitine ait tüm verileri doğrular.

Benben sözcüğünün eski Mısır dilinde yer alan “ben” köklü birçok sözcükten biri olduğu söylenebilir. Antik Mısır inançlarında bu sözcük, suyun fışkırması, güneşin yükselmesi, ilk yaratılış gibi anlamlara gelir.

-Friglerin Kara Taşı (Cybele Black Stone):

M.Ö. 1200'lerde Trakya ve Boğazlar üzerinden Anadolu’ya gelen Frigyalıların inançlarında taşlara, daha sonra Roma’ya taşınacak kadar çok önem verilmiştir. Friglerde taşlar, “Dünya Ana”nın bir tür simgesi olarak algılanmıştır. Onun ilâhi kökenli gücü olan Tanrıça Kibele’ye, Anadolu, Atina ve Roma’da yaygın bir şekilde tapınılmıştır. Kibele inançlarındaki kara taşın aynı zamanda “yön” bulmak amacı ile kullanıldığı da belirtilir.

202 yılında Romalılar ile Kartacalılar arasında baş gösteren bir anlaşmazlıkta, Romalı Sybil kâhinleri, şayet Kibele taşı bulunduğu yerden Roma’ya alınıp getirilmezse Romalıların bu savaşı kazanamayacağını söyleyince; Romalıların bu taşı büyük bir özenle bulunduğu yerden alıp Roma’ya götürdüğü anlatılır. Orada bu taş, “Mater Deum Magna” (Tanrıların Büyük Anası) olarak adlandırılmıştır. Konik bir biçimi olan bu taşın, Suriye, Filistin, Karya, Likya, Güney Anadolu ve Kıbrıs’ta da saygı görmekte olduğu biliniyor. Festival ve özel günlerde bu taşın üzerine zeytinyağı sürülürmüş.

Taş üzerine zeytinyağı sürülmesi, günümüzde Kıbrıs’ta da geleneksel olarak izlenebiliyor. Bu da bir Afrodit tapınağının toprak üstünde arta kalmış bir köşe taşı üzerinde uygulanıyor. Diğer toplumlarda olduğu gibi Arapların İslamiyet’ten önce taşlara taptıkları ve onların da taşları zeytinyağı ile yağladıkları ileri sürülmektedir. İsa'ya İbranicedeki gerçek adı "Yeşua (Kurtuluş)" yerine verilen Christos (Hristos) adı ise "yağlanmış" ya da "yağla kutsanmış" anlamına gelmektedir. Pagan inançlarında tapınılan heykeller bereket ve kutsanma amacıyla yağlanır ve bu heykellere de "yağla kutsanmış" anlamında Hristos denirdi.


-Eski Yunanın Kutsal Omphalos Taşı :

Sözcük Yunanca'da "göbek" anlamına gelir. (Kraliçe Omphale adını karşılaştırın) Antik Yunanlara göre, Zeus dünyanın "göbeğinde" buluşmak üzere iki tane kartal yollamıştır. Akdeniz'in etrafındaki birçok yere Bu merkez noktasını gösterdiği söylenen omphalos taşları dikilmiştir. Bunların en ünlüsü Delfi mabedindeki oracle'dır. Omphalos aynı zamanda Yunan mitolojisinde ilk titanların lideri ve Zeus'un da babası olan Kronos'a verilmiş olan taşın da adıdır.

Yunan mitolojisindeki bir mite göre tanrı Zeus'un dünyanın tam orta noktasını belirlemek için iki kartalı gökyüzünün iki ucundan birbirlerine doğru uçmaları için bıraktığı, kartalların da yeryüzünün tam orta noktasında çarpışarak yere düştükleri anlatılır. Tanrı Zeus kartalların düştüğü yere, yani Omphalos'a bir taş dikmiş ve burasına dünyanın merkezi demiştir. Delfi kenti, dünyanın ve evrenin merkezi olarak kabul edilmesinin yanı sıra evrenin göbeği olarak addedilen bu Omphalos taşının yeri olarak da tüm antik Yunan dünyası tarafından kutsal sayılmıştır. Birçok törene konu edilen kutsal Omphalos taşının her gün yağlandığı söylenmiştir.

-Tevrat / Yakup`un Düşü – Yaratılış 28 (16-22):

“Yakup uyanınca, “RAB burada, ama ben farkına varamadım” diye düşündü. Korktu ve, “Ne korkunç bir yer!” dedi, “Bu, Tanrı`nın evinden başka bir yer olamaz. Burası göklerin kapısı.” Ertesi sabah erkenden kalkıp başının altına koyduğu taşı anıt olarak dikti, üzerine zeytinyağı döktü.  Sonra bir adak adayarak şöyle dedi: “Tanrı benimle olur, gittiğim yolda beni korur, bana yiyecek, giyecek sağlarsa, babamın evine esenlik içinde dönersem, RAB benim Tanrım olacak. Anıt olarak diktiğim bu taş Tanrı`nın evi olacak.”

-İncil / Yaratılış 35 (14):

“Yakup Tanrı'nın kendisiyle konuştuğu yere taş bir anıt dikti. Üzerine dökmelik sunu ve zeytinyağı döktü.”


-Kara Taş (Hacer-ül esved):

Kabe'nin duvarındaki siyah, parlak taş. Rivayete göre İsmail peygamber bu taşı Kabe'nin köşesine yerleştirmiştir. Friglerin Ana Tanrıçası Kibele’nin kara taşında olduğu gibi bu siyah taşla ilgili olarak da “Ana” figürüyle karşılaşıyoruz. “Kibele” ve “kıble” söylemleri arasındaki benzerliğinse sadece bir tesadüften ibaret olduğunu düşünebilirsiniz.

Hacer-ül esved’in kara taş anlamına geldiği söylenir. Ancak Hacer ve Hacc sözcükleri üzerine düşününce burada birden çok anlamın taşınmakta olduğunu görüyoruz. Hacer, İbrahim’in ikinci karısı ve İsmail’in annesidir. Arap’lar İsmail’in soyundan geldiklerine inanırlar. Yahudiler ise İbrahim’in Sara’dan olan diğer oğlundan, İshak’dan geldiklerine. Zaten bu taşın da İsmail ve İbrahim’in Kabe’yi onarırken bulup oraya koyduklarına inanılır. İnanışa göre İbrahim Hacer’i burada terketmiş ve zemzem suyu da burada çıkmıştır. Yani Hacer; geldiğimiz yerdir, anamızdır, biz Hacer’in karnına ilahi güç tarafından konmuşuzdur. Hacer bu nedenle Arab-ı Tabia adı verilen bu Arapların büyük annesi sayılır. Muhammed'in Hacer için Araplara İşte bu kadın sizin annenizdir dediği söylenir. Hacer'in Kabe içinde Hıcr, Hatim ya da Hazire denilen bölümde gömülü olduğuna inanılır.


-Muallak Taşı (Kubbetüs Sahra):

Müslümanların Muhammed'in miraca yükseldiğine inandıkları tapınak tepesinin merkezindeki kaya parçasıdır. Yahudiler de kutsal kabul ederler. Yahudiler başlangıç kayası diye adlandırırlar ve Kudüs mabedinin merkezi olan kutsalların kutsalının bu kaya üzerinde bina olduğuna inanırlar. Mesih Dünya'ya indiğinde insanları bu kaya üzerinden tebliğe çağıracağı inanışı da vardır. Müslümanlar kutsal kabul ettikleri bu kaya üzerine Kubbetüs Sahra'yı inşaa etmişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde taşın altı duvarla örülmüştür. Kayanın havada durduğu inancı Türkler arasında çok yaygındır ancak bu durumun islam sonrası ortaya çıkmış islam dışı bir inanç olduğu görüşü bilim çevrelerince hakimdir.

Müslümanlar için en kutsal ikinci mekandır. Genel olarak Mescid-i Aksa denildiğinde ilk akla gelen yapı üzerindeki altın kubbeli yapıdır. Kubbetüs Sahra Mescid-i Aksa ile bütünleşmiş durumdadır. Ancak Mescid-i Aksa tepenin üzerindeki yerleşkenin tamamına verilen isimdir. Kubbetüs Sahra bu yerleşke içindeki yapılardan biridir ve kimi çevrelerce asıl kutsal olan Muallak kayası ve üstünü çevreleyen Kubbetüs Sahra'dır. Yapının tam karşısında El Aksa camisi bulunur.

Muallak Taşının bulunduğu tepe üzerinde eskiden Kudüs Tapınağı vardı. Müslümanlara göre mevcut yapılar Süleyman peygamber döneminde inşaa edilen yapıların devamıdır. Ancak Yahudiler bu yapıları başka bir yere tahliye ederek ya da imha ederek, eski Mabedin orijinal şekliyle yeniden inşaa edilmesi taraftarıdır.


Derlenmiştir


.